Quantcast
Channel: Sportif Cümleler
Viewing all 9780 articles
Browse latest View live

Değişim kaçınılmazdı, bugünden gerçekleşmesi de doğal

$
0
0

Galatasaray'da yardımcı hocalık konusunda birçok isim konuşuluyor. Geneli de Galatasaray'da futbol oynamış, efsaneleşmiş isimler. Herkesin hayalleri var tabii, bu noktada iddialı isimleri görmek hoş olur. Yine de işi bilen ve kafa yoran isimlerin gelmesi taraftarıyım. Etiket önemli değil, hiç bilmediğimiz isimleri de görebiliriz. İhtiyaç olan da bu zaten, modern futbola ayak uydurmak zorundayız. Her eski yıldızın iyi hocalık yapacak diye bir kuralı yok.

Fatih Hoca'nın 3. dönemindeki teknik heyetin büyük başarılara imza attığını gördük. O günün şartlarında sorun yoktu ve istediğimizi aldık. Bugün ise görüntü ve futbol değişti. Daha farklı şeylere ihtiyaç duyuyoruz. Fatih Hoca'nın yanında Levent Şahin var mesela. Futbolculuk ya da Galatasaray üzerine bir kariyeri yok. Antrenörlük noktasında ise profesör unvanını alacak kadar donanıma sahip. Haliyle de hocanın sağ kolu durumunda.

Galatasaray'da yetki karmaşası da vardı. Kimdi 2. adam? Her maç kulübedeki isimler rotasyona uğrar gibi değişiyordu. Hasan Şaş, Ümit Davala eski ekip, Levent Şahin ise yeni. Genellikle de bu isimleri "Fatih Hoca'nın yokluğunda" değerlendirdik. Ben de eleştirdim o günlerde. Nedense 1. adamlık özellikleri aradık, oysa 2. adam aramıyor muyuz? Bu noktada da Hasan Şaş ve Ümit Davala'nın günümüz futboluyla alakalı olmadıklarını ve gelişim sağlamadıklarını düşünüyorum.

Şöyle düşünün. Fatih Hoca'nın 3. ve 4. dönemi arası döneme bakalım. Bu isimler nerelerde çalıştı, futbola yönelik ne yaptı? Ya da bizden sonra ne yapacaklar? Galatasaray'ın 2. yarısındaki yükselişte Levent Şahin'in büyük payı olduğu söyleniyor. İyi bir taktisyen ve antrenör. Fatih Hoca da Fenerbahçe maçı sonrası bunun altını çizdi. Haliyle de 2. adam artık o. Yeni gelen isimler de onun etrafında şekillenir.

Hasan Şaş'ı severim, büyük Galatasaraylıdır ve hizmetleri çok olmuştur. Bundan sonra da en iyisini yapmasını isterim. Hakkım da helaldir. Değişim kaçınılmazdı, bugünden gerçekleşmesi de doğal. Ümit Davala beklemeyi tercih etti, onunla da sezon sonunda yollar ayrılacaktır. Yeni isimler konusunda fikrim yok, işi bilen isimlerin gelmesi tercihim. Riera bu konuda iddialı görünüyor, antrenörlük konusundaki eğitimleri fazlasıyla iyiydi.

2003 / 2004 sezonu bittiğinde, devreye yine Lucescu girmişti

$
0
0

Gaziantepspor döneminde, kendi pozisyonunun en iyilerinden biriydi. Transferde de doğal olarak tüm büyük takımlar onu istiyordu. Hatta Fatih Hoca'nın da isteği olmuştu ama transfer gerçekleşmemişti. 2001 / 2002 sezonunun ara transfer döneminde ise Lucescu'ya nasip oldu diyelim. Tabii sonraki sezon Fatih Hoca'yla da çalışacaktı. Murat Sözkesen'le birlikte transfer olmuştu ve 2001 / 2002 sezonunda gelen şampiyonluğun önemli isimlerindendir. Nokta atış gibi oldu çünkü, takım içinde eksik parçayı bulmuş gibiydik.

Yaşlanan ve iyice yavaşlayan bir Suat Kaya vardı. Bu hamle biraz da onun yerine diyebiliriz. Tarz olarak da birbirlerine oldukça yakınlar. Orta sahada iyi top keser, mücadele eder, tempoludur, ayak tekniği de hiç fena değildir. Oynadığı futbol basit görünür ama olmazsa olmazınız olur. Bu futbolu da Galatasaray formasıyla yarım sezon verdi diyebiliriz. Ertesi sezona girerken, Fatih Hoca'nın Lucescu döneminden kalan çoğu futbolcuyla yolları ayırdığını gördük. Batista ise kaldı, çünkü onun da özel isteği ve tanıdığı bir futbolcuydu.

Batista'nın düşüşü bu döneme denk geliyor. Sezona iyi başlayan isimlerden biriydi, 90 dakikalar çıkarıyordu ama futbolu geçen sezondaki havasında değildi. Sonrasında formayı kaybetti ve uzun süre oynayamadı. Hatta o aralar bazı sorunlardan dahi bahsedildi. Fatih Hoca bir dönem onu maç kadrolarına almıyordu. Sonrasında geri dönse de, uzun bir kadroya girememe serisi daha yaşadı. Ertesi sezon da elden çıkarmak için elimizden geleni yapacaktık.

2003 / 2004 sezonu da içinde buram buram kaos barındırıyor. O kadar kontrolü kaybettik ki doğaçlama hareket etmeye başlamıştık. Batista ve Ali Lukunku gibi isimlerle yolları ayırmak için elimizden geleni yapıyorduk. Sözleşmeleri fesih edemedik ya da transferde bir yerlere gönderemedik. Trabzonspor'dan Gökdeniz Karadeniz'i istiyorduk. O transferin takasında yer alması için o kadar çaba gösterilmişti ki.

Yollayamayınca takımda kaldı ve katkı almayı denedik. Forma giydiği maçlar olsa da genellikle kenarda bekledi. Yaşadığı uzun sakatlıklar da olmuştu. Ne Fatih Hoca tuttu, ne de Hagi diyelim. 6 numarayı uzun süre doldurmasını beklerken, yarım sezonluk bir katkıya dönüştü. Sezon sonunda ise devreye yine Lucescu girdi. Shakhtar'daki ilk günlerinde Türkiye'den bildiği bazı isimleri transfer ediyordu. Batista da onlardan biri oldu ve hatırı sayılır bonservis geliri elde etmiştik.

Forlan ve Reyes de transfer edilseydi ne olurdu?

$
0
0

Şu görselin anlamı çok büyük. Yeni yönetim gelmiş, daha da önemlisi Fatih Terim geri dönmüş. Enkaz kıvamına gelmiş Galatasaray'ın yaşayacağı değişimi heyecanla bekliyorduk. İlk ciddi hamlenin bu 3 transfer üzerine gerçekleşmesi çıtayı fazlasıyla yükseğe çekmişti. Kimse beklemiyordu çünkü. Bir anda Ünal Aysal'ın Atletico Madrid'le görüşmek için İspanya'da olduğu haberi geldi ve uçağın inişiyle birlikte pozitif açıklamalarla da heyecan dozu arttı.

Bu 3 ismin temelinde bir takım oluşması bekleniyordu. Atletico Madrid'in omurgası da diyebiliriz. Reyes ve Forlan transferinin gerçekleşmeme nedenini "transferin erken duyulması" diye açıklamışlardı. Reyes ve Forlan özelinde Atletico Madrid taraftarının beklentisi olabilir, bu yüzden de sürpriz operasyon olarak gerçekleşmesi gerekiyordu. Bilmiyorum tabii, açıklamalar bu yöndeydi. Atletico Madrid'in de Arda Turan özelinde bir ilgisi vardı ki, Ağustos ayında o işi bitirdiler.

Şu 3'lü içinde zayıf halka diye Ujfalusi'yi gördük. Forlan ve Reyes transferleri gerçekleşmeyip, sadece Ujfalusi gelince de tadımız kaçmıştı. Kim bilebilirdi ki, Ujfalusi sadece 1 yılda efsaneler arasına girsin. 1 yılda göstermiş olduğu performansla unutulmaz stoperlerimizden biri oldu. Popescu'dan bu yana çektiğimiz "lider stoper" açlığını dindirdi, Semih Kaya gibi bir ismi yükseltti ve takımın da lideriydi. 2. sezonunda yaşadığı sakatlık olmasa en az 2 yıl daha oynardı. Yaşına takılmıyorum.

Forlan ve Reyes de transfer edilseydi ne olurdu diye de soralım? Forlan, o dönem Avrupa'nın en iyi forvetlerinden biriydi. O dönem 32 yaşında olsa da, kalitesi yüksekti. O sezonun Ağustos döneminde Inter'e gitti, 5 milyon avro gibi de bir bonservis ödenmişti. Inter'de pek tutmamış olsa da, Galatasaray'da görüntü değişirdi. Necati Ateş transferi sonrası yaşadığımız değişimi hatırlayın. Forlan da o tarz forvetlerin en iyilerinden biriydi. Takımın hücum çıtasını yükseğe koyardı ama ertesi sezon da Drogba gibi bir ismi görmeyebilirdik.

Reyes ise 28 yaşında, kariyerinin en iyi dönemine yaklaşmasını bekleyeceğimiz bir futbolcuydu. Her 2 kanatta, forvetin arkasında, hatta direkt olarak forvet oynayabilirdi. Fatih Hoca'nın Podolski isteği de olmuştu, Reyes de bu tarza oldukça yakın. Teknik kapasitesi biraz daha yüksekti diyebiliriz. Fatih Hoca, müthiş bir hücum jokeri kazanmış olacaktı. 4-4-2'e dönüşünde sol kanat ve forvette ağırlıklı olarak izleyebilirdik. Riera'yı izlemezdik bu durumda da. Ertesi sezon Amrabat gibi işler de görmezdik.

Strateji de değişebilirdi. Forlan, Reyes, Ujfalusi'yi aynı anda 11'e yazınca, tasarladığım 11'de 7 yabancı oluyor. O sezon ilk 11'de 6 yabancı kullanabiliyorduk. Bu durumda ya forvetlerden biri Türk olacaktı, ya da Eboue'yi hiç görmeyecektik. Belki de eğrisi doğrusuna gelmiştir. Sonuçta o 2 yılda büyük başarılara imza attık ve geri döndük. Yine de "ya böyle olsaydı" diye düşünüyor insan. Çok iddialı ve heyecan veren bir transfer hareketiydi.

Galatasaray'da başlayan kariyer, Galatasaray'da bitebilir miydi?

$
0
0

Sizi bilmem de, Sabri Sarıoğlu'nu severim ben. Keşke bu forma altında futbolu bıraksaydı da. Hak etmişti çünkü, Galatasaray'da başlayan kariyer, Galatasaray'da sonlanmalıydı. Fatih Hoca da 4. döneminin ilk basın toplantısında bunun altını çizdi. Buradaki sorun şu, hatta Selçuk İnan da yaşıyor. Onun da burada bırakmasını istiyorum mesela. Yine de iş "saha içinde katkı alma" noktasına gelince sorun oluyor. Simge misali tutmuyoruz, sahaya atma gereksinimi duyuyoruz. Haliyle de beklenen katkı gelmiyor.

Sabri Sarıoğlu da son döneminde bu sorunu yaşadı. Gerçi onun yaşadığı düşüş o kadar da keskin değildi. Yapamadığı çok şey olsa da, en azından temposundan ve mücadelesinden ödün vermiyordu. Zaten futbolunun da en önemli özelliği buydu. Müthiş bir enerjisi vardı ve saha içinde basmadığı yer kalmazdı. Onu mücadele dışında farklı beklentilere sürüklediğimizde ise istediğimizi alamadık. Biraz da futbolcunun durumuna bakmak lazımdı. Belli noktalarda da kırılmalar yaşandı.

2015 / 2016 sezonuna girerken gibi. Bir önceki sezon gelen şampiyonlukta bana göre pay sahibiydi. Üstelik sezon başında kadro dışı bırakıldı ve kamp görmedi, uzun süre tek başına çalıştı. Bir noktadan sonra ise takıma alındığında forma direkt onun oldu. Sağ bekte Tarık Çamdal ve Veysel Sarı gibi isimlerle haliyle gidemedin. 5+3 gibi bir yabancı kontenjanı da var. O an Sabri Sarıoğlu ilaç oldu ve özellikle de Hamza Hamzaoğlu gelince performansını yükseltti.

Bir sonraki sezon ise 14 yabancılı düzene geçecektik. Şampiyonlar Ligi oynayacağımız için yabancı bir sağ bek gerekiyordu. Biz ise Sabri Sarıoğlu'na olmadık bir ücret verdik ve 1. sağ bek olarak tuttuk. Arkasında da Tarık Çamdal'la sezona başladık. Bu en büyük kırılmadır işte. O sözleşme belki 1 yıllıktı ama sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Sabri Sarıoğlu bir süre daha takımda kaldı, 1 yıllık sözleşmeler yaptı ve maaş düştü. Yine de bir şey değişmedi.

Tudor dönemi yaşanan değişimde de kendisiyle sözleşme yenilenmedi. Enkaz hal vardı takımda, yeni yüzleri herkes bekledi. Bu yüzden de takım büyük oranda değişti ve iddialı isimlerle anlaşıldı. Yine de kalabilirdi diyorum, en azından futbolu burada bırakması sağlanabilirdi. Uzun yılları, çıkardığı iyi işler var. Arkasına dönüp baktığında ciddi bir Galatasaray kariyeri görüyoruz. Daha iyisi olabilir miydi bilmiyorum. İlk dönemi çok daha ciddi potansiyeldi.

Lucescu dönemi A takımla çalışmaya başlamış, Fatih Hoca'nın 2. döneminde ise bir anda takımın 11 futbolcusu olmuştu. İlk günlerinde 10 numaraya yakındı, sonra ofansif bir sağ kanat. Orta sahada da oynayabiliyordu tabii. Yıllar ise onu sağ beke çekti ve asıl pozisyonu bu oldu. Bana sorarsanız en büyük gelişimi Rijkaard döneminde sağladı. Arda Turan ve Sabri Sarıoğlu özelindeki dokunuşu çok kıymetliydi. Devam ettiremedi işte bunu, orada kaldı. Fazla sorumluluk almaya çalışınca da yapamadıkları üzerinden hatırlar olduk. Galatasaray formasıyla 471 maç, 23 gol ve 52 asist. Herkese nasip olmaz.

Orta sahada Lemina / Melo / Fleurquin 3'lüsü fazlasıyla sert ve iyi

$
0
0

GalaStat (@galastat) hesabı açıldı. Oluşumunun ilk adımlarından itibaren benim de içinde olduğum, çok sevdiğim ve inandığım arkadaşlarımın büyüteceği bir hesap bu. Farklı içerikler olacak, özellikle de nostalji tarafında. İlk paylaşım da, 2000 sonrası adına kiralık transferlerden çıkarılan ilk 11 oldu. Bazı isimler üzerinden yine konuşacağız. Özellikle de stoper konusunda el kol biraz bağlandı. Luyindama olmalı mıydı üzerinden haklı bir soru ister istemez gelecek.

Luyindama, zorunlu satın alma opsiyonuyla kiralanmıştı. Bir yandan kiralık gibi değildi, diğer yandan da kiralıktı. Kadroda olabilse de ilk taraf düşünüldü ve kiralık gibi değil diye baktık. Haliyle de Semih Kaya'yı oraya yazdık. Zaten 3. bir alternatif de yok. Bence de, Semih Kaya'nın kiralık dönemi burada olmayı hak etmiyor. Zaten toplayınca 3-4 maçta ancak oynadı, onlar da genellikle kupada. Yapacak bir şey yok işte, bazı isimler zorunluluktan kadroda.

Mondragon'u tartışmayız bile. 2001 / 2002 sezonunda kiralık olarak takıma katılmıştı ve kazanılan şampiyonluğun pay sahiplerindendi. Perez de aynı şekilde. Sağ bekte onu da tartışmam, keşke daha uzun kalabilseydi. Stoperde pek seçeneğimiz olmadığını söylemiştim. Gerçi seçeneğimiz olsa da Denayer bu kadroda yer alacaktı. 2 dönem kiralık olarak forma giydi ve 2'sinde de oldukça iyiydi, unutulmazlar arasına girdi. Sol bekte ise farklı seçenekler olsa da, Nagatomo bana göre en iyisiydi. 

Formasyon 4-3-3 olduğu için, futbolcuları da bu formasyona göre bulmak durumundayız. Sergen Yalçın'ın da 2001 / 2002 sezonu performansıyla kadroda olabileceğini düşünüyorum. Orta sahada yer alabilirdi ama istikrar noktasında Fleurquin daha net ön plana çıktı gibi. Kanata ise atamadık, yoksa Giovani Dos Santos'a oranla daha fazla hak ediyordu. Kiralık konusunda yazılabilecek çok isim olsa da, bazı pozisyonlarda seçenek az olabiliyor.

Orta sahada Lemina / Melo / Fleurquin 3'lüsü fazlasıyla sert ve iyi. 3 isim de oyunun 2 tarafında katkı verebilir. Seri'yi düşünmedik mesela, istikrar daha ön plandaydı. Hücuma bakınca da sol kanat haliyle Onyekuru'nun, tartışması bile yok. Forvete de Umut Bulut'u düşündük, ilk geldiği sezon kiralıktı ve iyi iş çıkardı. Forvet konusunda özellikle yabancı tarafında iddialı isimler olsa da, kiralık tarafı seçenek az. Hatta tek bile diyebiliriz.

Gerets'le gelen şampiyonluk ve çılgın hücum düzeni bir ömür unutulmaz

$
0
0

Kendi izlediğim dönem içinde, Galatasaray'ın en saygı duyduğum ve sevdiğim teknik adamlarından biri. 2 sezon çalıştığı Galatasaray'da, türlü imkansızlıklar içinde başarılı olduğunu düşünüyorum. Kazandığı şampiyonluk, çılgın hücum düzeni zaten bir ömür unutulmaz. Bunu da türlü imkansızlıklar içinde başardı. Gerets tercihi Bülent Tulun'a aitti diye hatırlıyorum. Kendisini çok sevmem ama bu tarz imza işleri vardır. 

Gerets'in bir kez "para" ya da "transfer" dediğini, isyan ettiğini hatırlamam. Galatasaray'a geldiğinde eline aldığı kadro o kadar güçlü de değildi. Sezonun bizim adımıza en iyi transferi de Sasa Iliç. O dahi pozisyonuna göre diğer isimlere kıyasla yüksek bir maliyet değildi. Conceicao ayrıldı mesela. İlk etapta gidiyorsun dendi, sonra tutulmak istendi ama gitti. O pozisyona kimseyi alamayınca da kadro dışı olan Saidou'yu döndürüyorsun, üstelik kampın son günü.

O Saidou da kazanılan şampiyonluğun x faktörü oluyor. Bunu sağlayan Gerets işte. Iliç'i de dahil edersek, ilk 11'inde 3 forvet kullanıyordu. Takımın yapısında da orta sahada gerçek anlamda defansif katkı verebilecek tek isim Saidou. Çok yeterli, büyük bir futbolcu değil ama katkı almasını biliyorsun. Aynı durum Cihan Haspolatlı / Orhan Ak gibi bekler için de geçerli. Hagi döneminde o pozisyonlara devşirildiler ama Gerets döneminde zirveyi gördü bu isimler.

Sol kanada Heinz'i alıyorsun, tutmuyor ama yerine yeni bir isim alma gücün yok. Ayhan Akman'ı oraya çekip katkı almayı başarıyordu. Birçok genç futbolcuyu da kullandı bu arada. Aydın Yılmaz, Uğur Uçar, Mehmet Güven, Ferhat Öztorun gibi isimler ilk kez Gerets ile ciddi şanslar buldu ve bazıları kırılma noktasında dahi iş yaptı. Kadro yapısıyla da alakalı tabii ama elindekinden en iyisini almayı başaran bir teknik direktör.

Dönemin Fenerbahçe kadrosu oldukça iddialı ve güçlüydü. Ligde de her 2 maçta onlara kaybettik. Buna rağmen Fenerbahçe'nin önünde 83 puanla şampiyon olduk. 34 maçta atılan 82 gol de var. O kadroyla yapılabilecek maksimumu dahi geçtik ki tamamıyla Gerets imzasıdır. İsyan etmeden, sorun çıkarmadan, transfer konuşmadan başardı. Galatasaray'a fazlasıyla yakıştı ve unutulmazlar arasında yer almış oldu.

2. sezonunda da şartlar zordu. Saidou ayrıldı mesela, transferin son gününe kadar boş bıraktık o pozisyonu. Son gün de Inamoto / Mehmet Topal geldi ama biri o pozisyonun futbolcusu değildi, diğeri de tecrübesiz. Arda Turan gibi bir kazanım olsa da, Carrusca ile tutmayan bir adım atıldı. Sezon içinde sakatlıklar da oldu derken, yine transferde ciddi anlamda adımlar atamadık. Haliyle de sezonu 3. tamamladık ve yola Gerets'le devam edilmedi. Neyse ki güzel bir ayrılık yaşandı.

27.04.2020 tarihli yazı..

Fatih Hoca'nın meşhur 2-5-3'ü bu işte

$
0
0

Bu işin emekçilerinden olan, birçok kulüpte antrenörlük ve teknik direktörlük yapmış İlker Püren'in  (@ILKERPUREN8) Twitter'da Galatasaray analizine denk geldim. Galatasaray'ın ligin 2. yarısındaki yükselişini konuşuyoruz. Futbol anlamında keyif veren bir yapı oluşmuştu ve sonuç da alınıyordu. Değişin düzen üzerine müthiş bir analiz ve harika tespitler var. Ben de bazı detaylar üzerine konuşmak isterim.



Mariano ve Saracchi gibi 2 hücumcu beke sahibiz. Saracchi temposuyla, Mariano da tekniğiyle ön planda. 1'i hücumu düşündüğünde, diğeri geride kalsa da geriden oyun kurulumunda pay sahibi oluyor. Özellikle de Mariano diyebiliriz. 3. bir stoper gibi oynayıp, geriden hücumu başlatan isimlerden oluyor. Lemina'yı da bu isimlere dahil ediyorduk, o da topu orta sahaya hızlı taşımak konusunda önemli. Seri oraya çekildiğinde ise geriden oyun kurulumunu çok daha iyi yapıyordu. Bence orada oynaması gereken isim Seri'ydi. Lemina'yı biraz daha öne atardım. Tabii Belhanda da topu öne taşıma konusunda oldukça değerli.


Hocanın meşhur 2-5-3üi tam olarak bu. Geçmiş yıllarda da bu kurguyu başarıyla uygulamış ve temel felsefesinin hücum oluşunun altını çizmişti. Hücum mantığı en geriden başlıyor. Marcao / Donk 2'lisi bu anlamda o kadar uyum sağladı ki, her 2'sinin oyun kurulumundaki katkısıyla iş savunmada başlıyor. Topla çıkabiliyorlar, iyi pas yapıyorlar ve stoperleri de orta sahaya kadar çıkartıyoruz. Yine pas takımıyız ama orta saha ve ön alandaki hareketlilik sayesinde daha tempoluyuz.

Lemina, gerçekten de kıymetli. Şu an ilk olmazsa olmazımız Muslera, diğeri de Lemina diye düşünüyorum. Defansın arasına girip oyun kuruyor ve topla çıkıyor. Orta saha çizgisinde iken topla dikine çıkarak rakibin tüm dengesini bozuyor. Çok hareketli ve bir an olsun durmuyor. Hem savunma, hem de hücum açısından olmazsa olmaz. Analizde de yazıyor, sistem geçişlerinin de olmazsa olmazı. Oyunun 2 tarafındaki etkisi buna etken. Her yere de uyum sağlıyor.

Mariano'yu da bek gibi değil, orta saha düşünmek gerekiyor. Orta sahaya giriyor çünkü, oradaki pas aksiyonunda da temel etkenlerden. O gittiğinde böyle bir sağ bek bulabilir miyiz emin değilim. Seri gibi bir pasör de olunca pas aksiyonu oldukça güçlü. Saracchi zaten her dakika bindirir, bir kanat gibi. Ömer Bayram orta sahada olduğunda yine aynı şekilde, sürekli topla dikine çıkar. Ayrıca hareketli isimler, ön alan baskısında da oldukça önemliler. Ön alanda sonuç alabilecek birçok futbolcumuz var. 

Mert Hakan / Emre Kılınç gibi isimler geldiğinde de bu oyuna uyum göstereceklerdir. Yukarıdaki grafikte Belhanda yerine Mert Hakan'ı düşünün. Yine o hareketlilikte, oyunun 2 tarafında katkı verecek ve hücum geçişini sağlayabilecek bir futbolcu. Ceza sahası çevresinde de daha bitirici. Emre Kılınç'ı ise Feghouli yerine yazsalar da, ben Onyekuru yerine düşünüyorum. Ömer Bayram'ın Onyekuru'nun pozisyonunda oynadığı dönem gibi düşünün. Feghouli yerine yine bir kanat oyun kurucu rolünde bir isim bekliyorum.

Kâr elde etmek güzel olsa da, çok daha büyük rakamları konuşmak zorundayız

$
0
0

Kar elde etmek güzel olsa da, Şampiyonlar Ligi'nde yer aldığımızı düşününce çok daha iyisi olmalıydı diye düşünüyorum. Çok daha büyük rakamları konuşmalıyız. 3.9 milyon Türk Lirası bizi o kadar da büyütmez ama yine de zarar ettiğimiz günlere oranla iyi. Çok fazla giderin olması sorun. Trabzonspor'un 23 milyon Türk Lira'lık kar elde etmesi sürpriz değil. Şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi geliri olmadan bunu başarıyorlar.

Tasarruf konusunda müthiş işler yaptılar. Olmadık yabancılara, olmadık paralar verdikleri için ekonomik olarak zor bir sürece girmişlerdi. Bunu hemen hemen her takımımız yaşasa da, Trabzonspor sportif anlamda bir başarı da kazanamayınca sorun oldu. Ahmet Ağaoğlu sonrası ise bu ücretlerden kurtulmaya başladılar. Öyle kontratlardan çıktılar ki. Sosa gibi yüksek kazanan futbolcuları yine var ama yapı onun etrafında şekillendi. Sonra onu da yükseltmiş oluyorsun.

Altyapıya indin, Yusuf Yazıcı / Abdülkadir Ömür / Uğurcan Çakır gibi yıldızlar da çıkardın. Yusuf Yazıcı'yı sattın, çok büyük bir bonservis geliri elde ettin. Buna rağmen düşmedin, hatta geçen sezondan daha iyi durumdasın. Hala elinde satabileceğin isimler var ve eminim ki onların da yeri dolacak. Çark dönmeye başladı, Trabzonspor özüne döndü. Yıllar yılı da bu tarz birçok futbolcu çıkarmışlardır. Öze dönünce de şu tablo tesadüf olmuyor.

Düşünün, şu rakamlara bir de şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi geliri ekleseler neler olur? Kontrolü kaybetmeden, mali disiplin içinde büyümek mümkün. Beşiktaş, kontrolü kaybetti mesela. Feda diye girdikleri bu yolda mükemmel bir maddi disiplin uyguladılar. Devamında kademe kademe büyüdüler, 2 şampiyonlar ve Şampiyonlar Ligi'nde iyi işler beraberinde geldi. Cenk Tosun gibi rekor satışları da oldu ama kontrol gitti. Anlamsız futbolculara verilen anlamsız maaşlarla birlikte bugün ekonomik anlamda zor günler yaşıyorlar. Zarar tablosu her şeyi açıklıyor.

Galatasaray da öncelikli olarak futbolcu maaşlarını mümkün olduğunca aşağı çekmeli. Dünya şartları malum, salgın bitse dahi ekonomik tahribatı uzun süre devam edecek. Avrupa'nın dev takımları dahi ekonomik tasarruf içinde. Galatasaray da bunu uygulamalı ve maaşları düşürmeli. Fiyat / fayda konusunda sorun yaşadığı herkesle de yolları ayırmalı. Biraz daha altyapıya inmeli ve geleceğe dönük adımlar atmalı. Trabzonspor'un yolu keskin ama iyi bir yoldu. Galatasaray'da da bunu başarmak mümkün.

Saha içindeki hırsın, mücadelenin ve kazanma arzusunun simgesi

$
0
0

Buradaki konumuz futbolculuk dönemi olacak. Fatih Hoca'nın yanında antrenör olarak da büyük işler yapmış olsa da, futbolculuk zamanı asıl unutulmaz nokta. Saha içindeki hırsın, mücadelenin ve kazanma arzusunun simgesi. Galatasaray'a imza attığı ilk günden itibaren de hiç uyum sorunu yaşamadı ve direkt olarak katkı verdi. 96 - 2000 döneminin son 2 senesinde vardı ve o günlerin büyük 12. adamıydı. Lucescu döneminde ise yıldızı daha da parladı, Avrupa'nın en önemli futbolcularından birine dönüştü.

98 - 99 sezonuna girerken, Fenerbahçe'nin Baliç, Beşiktaş'ın Ayhan Akman, Galatasaray'ın ise Hasan Şaş transferleri fazlasıyla ses getirmişti. Diğer 2 isme kıyasla en zayıf halka gibi dursa da, zaman onu en güçlü halka yaptı. Hatta bu 3'lü bir dönem Galatasaray forması altında da buluştu. Hasan Şaş'ın 98 - 99 sezonuna baktığımızda 32 maçta 4 gol 12 asisti var. Santrafor, 10 numara, sağ / sol kanat oynayarak bunu yaptı. 12. adamlığı buradan geliyor, her yerde oynayabiliyordu.

Fatih Hoca'nın rotasyonu olmazsa olmazdır. Sayısal anlamda çok fazla isim yok gibi görünür elinde ama 1 futbolcu birçok pozisyonu oynayabilir. Hasan Şaş da o isimlerden biriydi ve Galatasaray dönemini müthiş başlatmıştı. 99 / 2000 sezonuna girerken doping yasağı nedeniyle sezon başını kaçırmıştı. Geri döndüğünde ise bıraktığı yerden devam etti ve 38 maçta 4 gol 8 asisti vardı. Bunu da bu sefer her 2 kanatta oynarken yaptı. 

İş mücadeleye baktığında Hasan Şaş, hücuma baktığında ise Arif Erdem oynardı. Hatta Uefa finalinde de Arif Erdem mi Hasan Şaş mı oynasın üzerinden Fatih Hoca'nın düşünceleri vardı. 2000 / 2001 sezonu Hasan Şaş'ın zirve dönemlerinden biri. Hakan Şükür / Arif Erdem gibi isimlerin ayrılığı sonrası ona daha fazla iş düştü ve sorumluluğu arttı. Lucescu da biraz daha temkinli bir hocaydı, haliyle Hasan Şaş'ın mücadelesi ön plana çıktı.

43 maçta 9 gol 12 asisti vardı. Şampiyonlar Ligi'nde de 12 maçta 2 gol 4 asist. Ağırlıklı olarak sol kanatta oynamaya başlamıştı ama çoğu maçta Jardel'i tamamlayan isimdi. Çok hareketli ve topla seri bir isimdi. Aşırı klas hareketleri olamasa da, önlem alınamaz çalım stilleri vardı. Topu bir sağa bir sola kırarak çok adam geçtiğini hatırlıyorum. Mücadeleyi de ekleyince buna daha da değerleniyor. O dönem piyasası ciddi anlamda yüksekti.

2001 / 2002 sezonu da bu zirvelerden biri. Takımdan birçok önemli isim ayrılmış ve sorumluğu daha da artmıştı. Takımı sürükleyen isimlerin başında diyelim, belki de ilk sırasında. 43 maçta 3 gol 11 asistti. Şampiyonlukta büyük pay sahibi oldu ve 2002 Dünya Kupası'nda yıldızını iyice parlattı. Sonrası sıkıntı işte, Hasan Şaş'ın düşüşü bundan sonra başlıyor. Sözleşmesinin bitmesine 1 yıl vardı ve yaz döneminde takımdan ayrılacağı kesindi. Bunu düşünerek de performansı düştü, eski halinden pek eser kalmadı.

Sözleşmesi bittiğinde de takımdan ayrıldı aslında. Tüm Avrupa'yı gezdi, takım aradı. O 1 yıl öylesine düşüş yaptı ki, istediği takımı ve paraları bulamadı. 1 yıl önce zirvede olan piyasa, 1 yıl sonrasında dip yapmış gibiydi. O da Galatasaray'la olan sözleşmesini uzattı ve futbolu burada tamamladı. Fatih Hoca / Hagi dönemlerinde düşük, Gerets zamanında ise yine zirve performansını izledik. 2005 / 2006 şampiyonluğundaki rolü çok büyüktü.

Her 2 kanatta da eşit sayıda maça çıkmıştır. 32 maçta 2 gol 23 asisti vardı ve 20 asisti ligde yapmıştı. Çılgın hücum diyoruz ya, o hücumu olabilecek en iyi şekilde besledi. Bu zirvesinin ardından ise aynı seviyeye bir daha gelemedi. Gerets'in 2. sezonunda ortalama, Feldkamp döneminde takımın ağabey rolünde görüntü verdi. Son sezonunda ise iyice kilolarıyla ön plandaydı ve futbol onu çoktan bırakmıştı. Geriye dönüp baktığımızda ise Galatasaray formasıyla 333 maçta 35 gol 97 asisti var. Sayısız şampiyonluklar, kupalar, özellikle de Avrupa kupaları. Hepsinde pay sahibiydi.

O dönem Bielsa'yı mı görmek isterdiniz?

$
0
0

O dönem askerde olduğum için duruma çok da hakim değilim. Hatta böyle bir şey olduğunu da askerden izne geldiğimde öğrendim. Fatih Hoca'nın ayrılığını okumam zaten bir şoktu. Askeri gazinoda otururken, Fatih Terim'in sözleşmesi fesih edildi gibi bir haber okudum ve şok oldum. Nedeni de bilmiyorum, pek iletişim olanağım yoktu o dönem. Karamsar bir haldeydim ve birkaç gün sonra Mancini'nin göreve getirildiğini öğrendim.

İlgimi çeken o süreç aslında. Fatih Hoca ayrıldıktan sonra yerine düşünülen isimler. Mustafa Denizli düşünülmüş bir ara, hatta Ünal Aysal'ın 2 farklı dönemde onu istediği söylenmişti. Prandelli öncesi de istenmişti, Fatih Hoca sonrası da düşünülmüş. Ayağının tozuyla Juventus maçına çıkmaya çok sıcak olmadığı için görevi kabul etmediği söyleniyor. Fatih Hoca sonrası da gelmek istemek istememiş olabilir, bu kısmı bilmiyorum.

Prandelli öncesi istendiğinde de, Almeida'nın Galatasaray'la görüşmesi vardı. O dönem Beşiktaş'la sözleşmesi bitmişti ve hocanın çok beğendiği bir forvettir. Kaynağı bu olmuştu ama o dönem de gerçekleşmedi. Dursun Özbek döneminde geldi, ayağının tozuyla da Atletico Madrid maçına çıkmadı. Ünal Aysal bunu kabul etmiyor, Dursun Özbek ise ediyor. Aralarındaki fark da bu. Ünal Aysal'ı da çok eleştiririm ama şu bakış açısı doğruydu.

Fatih Hoca sonrası "yeni teknik direktör kim olmalı" düşüncesi ağırlıklı olarak Mancini ve Bielsa arasında gitmiş gelmiş. Bielsa da o dönem boştaydı ve belki de Türkiye Ligi'ne en çok yaklaştığı dönemdir. Her 2 teknik adamla da anlaşılmış ve son karar bekleniyormuş. Bielsea da o dönem Galatasaray'a iyi çalışmış, maçlarını izlemiş, Fatih Hoca'dan kalan futbolcu ve oyun yapısını da beğenmiş. Geliştirebileceği bir takım olduğuna inanmış.

Mancini'nin doğal olarak kaşesi daha yüksek. İddialı bir teknik adam çünkü, kariyerinde çok iyi takımlar var. Bielsa ise yine bilinen ve saygı duyulan bir teknik adam. Yine de Mancini'ye oranla kariyeri biraz daha düşük seviyedeydi ve sorun yaşanılma potansiyeli olan bir teknik adam. Oyuna, taktiğe, futbolcu yapısına fazlasıyla kafa yorar, tempodan vazgeçmez ve olabildiğince dinamik takımlar kurar. Oynatmak istediği futbol da oynanabilirse çok keyif alırsınız. Kumardır yine de, 2 gün sonra ayrılma kararı alınsa şaşırılmaz.

Belki de bu yüzden son anda vazgeçildi. Uçak biletine kadar hazır olduğu söyleniyor. Bu iş olmayınca da bayağı sinirlenmiş hatta. Taraftar da onu isterdi, en azından Fatih Hoca'nın oynattığı oyuna en yakın olabilecek teknik adamdı diye. Son karar Mancini oldu ve onu da yaşadık. Yaşamış olmaktan dolayı da mutluyum. Belki şampiyon olamadık ama birçok unutulmaz ana imza attı. Juventus maçları dahi unutulmayacaktır. Güçlü de bir karakterdi, giderken yaptığı da unutulmayacak gibi.

Bielsa gelse ne olurdu gibi bir olaya girmeyeceğim tabii. Burası Türkiye. X yerde sorun yaşayan, burada çok daha büyük meselelerle uğraşabilirdi. Tabii buradaki ateşi bilir, Güney Amerika'lı. Bu tarz isimlerin uyum sağlaması kolay da olabiliyor. 6+0+4 gibi yabancı sınırları unutulmasın, uyum sağlamak hiç kolay değil. Mancini biraz da bunun kurbanı oldu. Eğer 2. sezonu devam etse şampiyonluk görürdü diye düşünüyorum. Tam uyum sağladı, sezon bitti.

Buradaki en büyük transfer başarısı Arda Turan ve Ozan Kabak

$
0
0

Mackolik'in bu tarzdaki paylaşımlarını merakla bekliyorum. Karantina günlerinde nostaljiye dönüyor ve o günler üzerine düşünüyoruz. Transferleri konuşmuştuk, şimdi de satışları konuşalım. Satış konusunda o kadar iyi durumda değiliz. Birçok transfer var, bu uğurda da ciddi paralar ödendi ama iş satmaya geldiğinde aynı başarı oluşmuyor. Rekor satış 16 milyon avro, böyle düşünün. Çok daha ciddi rakamları göremiyoruz. Oysa görenler var.

Badou Ndiaye'den gelen rakam büyük olsa da, 9 milyon avro gibi bir bonservise transfer ettiğimizi unutmayalım. Bizim transfer ettiğimiz dönemde de Premier Lig için ciddi bir piyasası vardı. Verdiğimiz bonservise takılmadım, çünkü zarar etmeyecektik. Sadece 6 ayda 16 milyon avro'yu gördük. Üstelik ciddi ve istikrarlı bir performans izlemeden. Bu satışları konuşurken, futbolcuların ne kadara geldiğini unutmamalı. 

Bruma da böyle. Sözleşmesinin bitmesine 1 yıl kalmış futbolcu için 15 milyon avro çok gibi dursa da, 10 milyon avro bonservis bedeliyle transfer ettik. Genç yetenekti, çok daha büyük rakamları hayal ediyorduk. İşler istediğimiz gibi gitmedi maalesef, bu konuyu daha önce de konuştuk. Hikayeyi biliyorsunuz. Haliyle de Bruma için "transfer başarısı" yorumu yapamam. Transfer edildiğinde zarar edilmeyeceği kesindi sadece.

Buradaki en büyük transfer başarısı Arda Turan ve Ozan Kabak. Altyapıdan yükseldiler ve ciddi bonservis gelirleri kazandık. Arda Turan'dan 2011 yılında kazandığımız bu rakam oldukça iddialıydı. Bugün olsa daha büyük rakamlar konuşulurdu. Ozan Kabak'ta ise elimizi kolumuzu bağlayan nedenler vardı. Sözleşmesinin bitmesine 1.5 yıl kalacaktı, bir yanda da serbest kalma bedeli var. Sadece 6 ayda 11 milyon avro bonservis kazandık. Şu şartlarda çok büyük iş.

Garry Rodrigues de başarı. 3.5 milyon avro'ya aldık, 9 milyon avro'ya sattık. Fatih Hoca'yla birlikte sağladığı gelişim sonrasında elde edilen rakam bu. Kimsenin büyük bir beklentisi yoktu oysa. Listedeki diğer isimler için ise başarı hikayesi yazamayacağım. Çok daha büyük rakamlar kazanılması gerekiyordu, biz ise zarar ettik. Hepsi için de ayrı ayrı yazılar yazabilirim. Konuşmak da gelmiyor içimden.

Keita'yı 8 milyon avro'ya alıyorsun, 1 yıl sonra 8.15 milyon avro'ya satıyorsun. Üstelik Katar'a. İyi de performans göstermişti, hayal kırıklığı yoktu. Burak Yılmaz gibi bir golcüyü o dönemin Çin pazarına sadece 8 milyon avro'ya yolluyorsun. Üstelik bunun 1 milyon avro'su da komisyon diye gidiyor. Alex Telles gibi bir potansiyelden kazandığın rakam sadece 6.5 milyon avro. 

Bugün ise 25 - 30 milyon avro'lar konuşuluyor. Gomis gibi bir golcü Suudi Arabistan pazarına 6 milyon avro'ya gidiyor. Meira da ayrı hikaye. Takımı stopersiz bırakıyorsun, 6 milyon avro için. Aldığın rakam da 5 milyon avro civarıydı ve aradan sadece 6 ay geçmişti. Bu yüzden de yayınlanan liste birkaç isim haricinde hayal kırıklığıyla dolu.

Falcao ve Marcao'nun durumunun bir olduğunu düşünmüyorum

$
0
0

Henüz resmi açıklama olmasa da, Hürriyet Gazetesi'ndeki haber dikkatleri çekti. Maaş indirimi konusunda uzun süredir konuşuluyor. Yüzde 15'lik indirimi de futbolcuların kabul edeceği söyleniyordu. Hatta habere göre, Falcao bu teklifi kabul etmiş. Olası indirim sonrası oluşacak maaş tablosunu da bu şekilde açıklamışlar. Gözüme çarpan tek detay var, her futbolcudan aynı dilimde indirim istenmemeli. Falcao ve Marcao'nun durumunun bir olduğunu düşünmüyorum.

Marcao, takım içinde en az kazanan ama en iyi katkıyı veren futbolcuların başında geliyor. Şu yüzde 30'luk indirimi kabul etmesi ayrı bir karakter göstergesi, bunu yadsımam. Yine de ona gidip böyle bir indirim istemezdim. Zaten az kazanıyor, şimdi rakam daha da aşağıda. Oysa ona oranla aynı katkıyı veremeyecek birçok isim çok daha yüksek kazanmaya devam edecek. Transferde de piyasası var, konuşuluyor. Sözleşme de yenileyebilir tabii, bakarsınız orada zam alır.

Sözleşmesi bitecek ya da bitmesine 1 yıl kalacak birçok isim var. Bazıları maaş düşürecek, bazıları ise zam alacaktır. Ömer Bayram mesela, ücreti TL'ye çevrilir ve zam alır. Emre Akbaba'nın da ücreti TL'ye çevrilir ama maaşı biraz daha düşer. Bu gerekliliğe kimse karşı çıkmaz. Sözleşmesi bitecek ve devam edilmeyecek isimler de var. Lemina kalır mı bilmesem de, Seri ve Andone'nin ayrılığını kesin gibi görüyorum. Orada da ciddi maaş düşüşü olacak. Mariano, Nagatomo gibi sözleşmesi biten isimleri saymıyorum bile.

Feghouli ve Belhanda'nın maaşları ise bu indirime rağmen yüksek. Kesinlikle yolların ayrılması gerekiyor. Falcao ve Muslera gibi 2 çılgın maaş var. Falcao'ya ciddi bir teklif gelse onunla dahi yolları ayırmayı düşünebilirim. Kaldı diyelim, takımın en yüksek kazanan 2 ismi onlar olsun. Diğer futbolcuları da onların etrafında oluştururuz. 2 milyon avro maaşları uzun süre görmemek gerekir. Bunun bir limiti olmalı ve maaş düzeni de o doğrultuda ilerlemeli.

Trabzonspor bu işi iyi yaptı mesela. Ciddi kazanan bir Sosa var. Diğer isimler de onun etrafında şekilleniyor. Bir yandan altyapıdan çıkardıkları futbolculara şans vermekten geri durmuyorlar, bir yandan parlatıp satıyorlar, diğer yandan da sürekli genç isimler kadroya katılıyor. Beşiktaş'ta bunu bir dönem iyi yapsa da, kontrolü çabuk kaybetti. Galatasaray'ın da yapması gereken bu işte. Maaş sınırı mümkün olduğunca aşağı çekilmeli.

Mohamed Diaby & Galatasaray, geleceğe oynamak ve maliyeti düşürmek

$
0
0

Mohamed Diaby ismi medyada Seri yerine gibi yazılsa da, hiç alakası olmayan tarzlar. Olsa olsa Lemina'ya daha yakın diyeceğim ama o kıyasta da bambaşka bir tarz. 1.97'lik boyuyla "acaba Nzonzi gibi mi" diye düşünceler de yanlış. Neredeyse tamamıyla defansif ağırlığıyla ön plana çıkar. İyi bir kesicidir, savaşır, savunma aksiyonunda ön plana çıkar. Asla bir tahta bacak değil ama pas tarafı da en iyi özelliklerinden biri değil. Orta sahadaki sertliği, mücadele ve fizik gücünü arttırmak adına düşünülebilir.

Yaşı 23, sezon sonunda da sözleşmesi biten bir futbolcu. Yıllık ücret noktasında da fazlasıyla makul bir iş olur. O da Portekiz Ligi'nde forma giyiyor ve Marcao'nun kazandığı rakamdan pay biçin. Yeni normal düzende bu tarz transferleri fazlasıyla göreceğiz. Yıllık ücretleri aşağı çekmeye çalışıyoruz ve mümkün olduğunca da bonservisten kaçıyoruz. Düşünülüyorsa da bu şartlarda gündeme gelmiştir. Takımın seviyesini hangi noktaya getirir ya da yeterli midir bilmiyorum. Scout ekibi bunun kararını verir. Ben sadece izlenimlerimi yazabilirim.

Ön yargı da kurmak istemem. Marcao transfer edildiğinde neler yazılmıştı. Portekiz'de küme düşecek takımdan stoper mi alınır denildi, bugün ise paha biçemiyoruz. Değerli bir lig, iyi isimler bulunabiliyor. Mohamed Diaby de böyle bir potansiyel olabilir. Türkiye 3. Ligi'nden gelen bir futbolcu adına dahi iyi şeyler yazılabiliyor. Potansiyel her yerde olabilir. Portekiz Ligi de maliyetleri düşürme noktasında maden gibi.

Mücadele tarafıyla ön plana çıkan 6 numaraları uzun zamandır düşünmüyoruz. Özellikle de Fatih Hoca dönemlerinde. 6 numaraların daima iyi bir ayağı olur ve pas aksiyonunda aktiftir. Fatih Hoca, 6 numaradan fazlasını da ister. Hücum katkısı aranır, rakip ceza sahasına sürpriz koşular yapması istenir. Lemina iyi bir örnek. Oyunun her 2 tarafında katkılı ve çok tempolu. Nzonzi dahi o pozisyon için düşünüldüğünde pas özelliği ön plandaydı.

Mohamed Diaby gibi bir transfer düşünülüyorsa da ondan değişmesi istenecektir. Gelişime açık olmasını beklerim, yaşı genç. Maliyet de yok. En kötü ihtimalde dahi zarar etmeyeceğiniz bir isim. Alternatif oluşturur, bir şekilde katkı alınır. Diaby olur, başkası olur fark etmiyor da. Doğru transfer tarzı bu. Geleceğe oynamak, maliyetleri düşürmek oldukça önemli. Transfer döneminde de bu tarz birçok futbolcuyu konuşmaya devam edeceğiz.

Galatasaray'ın transfer konusunda, son yıllardaki en büyük başarısı olabilir

$
0
0

Galatasaray'ın transfer konusunda, son yıllardaki en büyük başarısı olabilir. 4 milyon avro'ya alınan bu adam an itibarıyla ciddi bir piyasa yaptı. Transfer edildiği gün hatırlayın, "küme düşme hattında yer alan takımdan stoper mi alınır" diyordu. O ise ayağının tozuyla etki etmeye başladı ve her geçen dönem gelişmeye devam ediyor. Sol ayağı ve top tekniğini zaten konuşmaya gerek yok. Atlet, hamleli de bir stoper. Odak sorununu da aşmaya başladı ve stoperlerin geç olgunlaştığını unutmamak gerekiyor.

Marcao henüz 23 yaşında, önünde uzun bir gelecek var. Geçen gün "en büyük satışları" paylaştık ya, orada 1. sıraya çıkma konusunda en büyük adaylardan biri. Bunu da "yeni normal düzene" rağmen başarması olası. Son dönemde Avrupa piyasasında ciddi bonservis bedellerini görmeye başlamıştık. Premier Lig'i geçtim, neredeyse her iddialı ligde rakamlar büyüdü. Marcao ve Luyindama gibi isimler için de maddi anlamda hayallerimiz büyüktü.

Bugün ise herkes ciddi bir küçülmeye gidiyor. Ayaklar biraz daha yorganına göre uzanabilir. X'in değeri ister istemez biraz daha düşecek. Haliyle bu durumdan Marcao da etkilenebilir. Buna rağmen adı transferde anılıyor ve ciddi rakamlar konuşuyoruz. Yaz döneminde de Atalanta'nın gündemindeydi. Aynı ilgi bugün de devam etmekte. 12 milyon avro'yu gözden çıkardıkları ama Galatasaray'ın 17 milyon avro istediği yazılmakta.

Salgın olayı olmasa, 20 milyon avro'dan aşağı satmayı düşünmezdik. Her geçen gün gelişiyor çünkü, çok değerli bir stoper olma yolunda. Galatasaray'a maliyeti de çok değil ve sorunsuz bir futbolcu. 2022'de sözleşmesi bitiyor ve bakarsınız sözleşmesi uzatılır. Bu sayede de kulübün eli güçlenebilir. Futbolcu satmak önemli olsa da, böyle değerleri yok parasına satmak istemem. 15 milyon avro'nun aşağısında bir rakama kesinlikle bırakılmamalı. Yarın çok daha büyük rakamları da görmek mümkün olabilir.

Eğer Luyindama'nın yaşadığı sakatlık olmasa aynı şeyleri konuşacaktık. O da her geçen dönem gelişiyor ve piyasa yapıyordu. Hatta Şampiyonlar Ligi arenasında Marcao'nun dahi önüne geçmişti. Luyindama sonrası ise Donk / Marcao uyumu da oldukça yüksekti. Ligin 2. yarısından itibaren de Marcao'nun seviyesi bambaşka bir noktaya evrildi diyebiliriz. Gelecek adına ondan çok umutluyum. Yaz dönemi de adını sıklıkla anacağız.

O gün tek bir ihtimal vardı ve kupaya uzanan yolculuk başladı

$
0
0

Uefa Kupası'nı kazanmamızın 20. yıl dönümü. Gönül ister ki, bu 20 yıla 1 kupa daha sıkıştıralım. Aslında 2000'lerin başında ve sonuna doğru bu imkanın oluştuğunu da düşünüyorum. Dönemin vizyonu ve yanlış hareketleri neticesinde sonuca ulaşamadık. Bugün de doğal olarak makas açıldı. Yine de Avrupa Ligi sürprizlere açık, bakarsınız günün birinde yine o seviyeye ulaşırız. 17 Mayıs 2000 tarihi Türk futbolunun ulaştığı en zirve noktaydı. Fatih Terim yönetiminde buna ulaştık, tekrarı da umarım yine ona nasip olur.

17 Mayıs 2000'e giden yolda da oldukça zorlu engeller vardı. Rakiplere bakıyorum da, ciddi anlamda zordu. Bologna, Dortmund, Mallorca ve Leeds United gibi takımları eleyerek finale yürüdük. Mesela o Leeds United, ertesi sezon Şampiyonlar Ligi'nde yarı final oynadı. Bologna ve Mallorca da o dönemin dişli takımlarındandı, Dortmund'u ise konuşmaya gerek yok. Finaldeki rakip de Arsenal. 250'de 1 ihtimal veriyorlardı, bunu başarmış olduk. Arsenal'in de o yıllarda neler başardığını anlatmaya dahi gerek yok.

Bugün ise ilk halkayı konuşalım. Şampiyonlar Ligi'nin son maçına dönmek lazım. Tamam mı devam mı dedik çünkü, 3. olup Uefa Kupası'nda yolumuza devam etmek için kazanmaktan başka seçenek yoktu. Rakibimiz de Milan. Maldini, Shevchenko, Weah, kenardan gelen Bierhoff, Boban ve saymadığım birçok önemli futbolcu. Onlar da o dönem orta şekerli bir performans göstermişlerdi ve son maçı kazanmaları durumunda Şampiyonlar Ligi'nde yola devam edeceklerdi. Beraberlik halinde ise 3. olacaklardı.

Şampiyonlar Ligi'nde işler istediğimiz gibi gitmemişti. Kura çekildiğinde son kategoriden çıkan takım Hertha Berlin olsa da herkesi şaşırttılar. Onlarla kendi sahamızda berabere kalarak başladık. Sonrasında Milan ve Chelsea deplasmanlarını kaybettik. Chelsea deplasmanı büyük kırılmalardan biridir, 10 kişi kalmamıza rağmen çok iyi bir futbolumuz vardı. Sonrasında kendi sahamızda Chelsea'ye 5-0 kaybedince bir şeyler değişmeye başladı. Hertha Berlin deplasmanı ayağa kalkışın ilk adımı oldu ve 4-1'lik galibiyet geldi.

Bu sonuç da Milan maçını final haline getirdi. O dönem Ali Sami Yen'de rakip kim olursa olsun en büyük favoriydik. Bu durum da bir dönem daha devam etti. O gün tek bir ihtimal vardı ve başarıldı. Weah'ın golüyle 1-0 geriye düşmüş, Capone'nin imza haline gelen korner gollerinden biriyle 1-1'i bulmuştuk. 51. dakikada Milan 2-1 öne geçtikten sonra ise uzun süre maç bu seyirde devam etmişti. 87. dakikada Ergün Penbe'nin muhteşem ortasında Hakan Şükür'ün kafası, 90+'larda da Ümit Davala'nın penaltısıyla maçı 3-2 kazandık.

Ümit Davala'ya ayrı bir parantez açalım. Bu herkesin başarabileceği bir soğukkanlılık değil. Penaltıyı atarken ayağı dahi titremedi. O dakika Hagi de yoktu sahada ve tüm sorumluluk ona kaldı. Hakan Şükür ya da başkası gelmedi topun başına. Ümit Davala, o kadar rahat bir şekilde ters köşeye topu attı ki. Aynısını Uefa Final'inde de yaptı mesela, yine ters köşeye penaltıyı bırakmıştı. Bu gol de Uefa Kupası'nı kazandığımız yolda ilk adımımızdı.


Kadrolar da bu şekilde. 4-3-1-2'nin kitabını yazdığımız dönemler diyebiliriz. O gün Suat Kaya da yoktu ve büyük eksiklikti. Ahmet Yıldırım'ı hep anlatırım, önemli bir jokerdi ve o gün de 6 numara oynadı. Capone stoperdi, Ümit Davala sağ bek. Bu değişimleri de sezon içinde hep görürüz, Fatih Hoca birçok futbolcusunu farklı pozisyonlarda oynatmıştır. Formasyonlara da çakılı kalmaz, sürekli değiştirir. Eksikler olsa da, o yer bir şekilde dolar. Tabii şu Milan'ı dize getirmek ve grupta onların üstünde yer almak apayrı bir olay. 

Günün sahte 9'u Sabri Sarıoğlu'ydu

$
0
0

18 Şubat 2016 tarihli, 1-1 berabere kaldığımız Lazio maçını konuşmayı çok seviyorum. Nedeni de içinde yıllar sonra dahi anlatılacak bir kadro hikayesi barındırdığını düşünmem. Bu konuyu daha önce de blogda yazmıştım, şu karantina günlerinde tekrar hatırlatmak isterim. Mustafa Denizli'nin ister istemez arayış içinde olduğu ve elinin kolunun bağlandığı zamanlar. Ona da bir şey diyemem, kim bilir ne sözlerle takımın başına getirildi ve geldiğinde ne buldu. Yerine transfer yapılacağını bilmediği halde, Burak Yılmaz'ı da kaybetmişti.

Eminim ki Ocak ayında büyük bir değişim vaadiyle getirildi. O sezonun yaz dönemini hala eleştiririm, iyi olmayan bir kadro kuruldu. Hamza Hamzaoğlu o kadroyla iyi kötü ilerlese de, x bir teknik adamın başarılı olma şansı yoktu. Tabii Mustafa Denizli'nin de modern futbolun çok gerisinde kaldığının altını çizmek lazım. İşleri eski yıllarda olduğu gibi ilerletirim diye düşünse de başaramadı. Son yıllarda gittiği her takımda da başarısız olduğunun altını çizelim. Biz ise o dönem olmasa bile, ertesi dönemde Mustafa Denizli'yi mutlaka deneyecektik. Bu kaçınılmaz bir kaderdi.

Lazio maçına gelelim. Mustafa Denizli'nin arayışları öyle noktaya geldi ki, rakipleri durdurmak dışında bir şey düşünmez oldu. Hele ki Lazio gibi bir rakip karşısında başka düşüncesi yoktu. O gün ilk 11'e baktığımızda 5 tane stoper var. 4-2-3-1 oynuyoruz, 10 numara Selçuk İnan, sol kanat Sneijder. Podolski ise kağıt üzerinde forvet gibi gösterilse de sağ kanat. Günün olayı ise, sahte 9 Sabri Sarıoğlu. İleri uçtaydı ve amacı da amansız ön alan baskısı.

Mustafa Denizli, Fenerbahçe günlerinde de Ali Güneş'le bunu denemiş ve bazı maçlarda başarılı olmuştu. Tabii o dönem yıl 2011, bu dönem ise 2016. Futbol değişse de, Mustafa Denizli o yıllarda kaldı. Hatta ilk 11'i tamamıyla paylaşayım, üzerine konuşalım;

Muslera
Denayer K.Günter H.Balta Carole
Chedjou Donk
Podolski Selçuk Sneijder
Sabri

İşin aksi maça da iyi başladık ve 10. dakikada Sabri Sarıoğlu'nun golüyle 1-0 öne geçtik. Sabri Sarıoğlu maça ciddi anlamda iyi başlamıştı ve ön alandaki baskısı oldukça iyiydi. Yine de o baskıyı belli bir dakikaya kadar yapabilirsiniz, düşüşü de ister istemez erken oldu. Lazio, 21. dakikada 1-1'i buldu ve maçın sonuna kadar da üstün olan taraftı. Muslera'ya duacı olduğumuz günlerden biri daha. Berabere kalmak şu maçta bizler için oldukça iyi bir sonuç. 2. yarıda Ocan Adın, Yasin Öztekin ve Umut Bulut gibi hücuma yönelik hamleler olsa da görüntüyü değiştirmeye yetmedi.

Donk'u 6 numara üzerinden transfer ettik, o dönem hayal kırıklığı oldu. Sonra orta sahayı daha dirençli tutarız diye Chedjou'yu oraya çektik, yine orası yol geçen hanıydı. Chedjou'nun top tekniği iyi ama, hızlı bir isim değil, ağır kalıyor. 3'lü orta sahanın 6 numarası olsa bir derece derim, 4-2-3-1'de hayalcilik oldu. Stoper boşalınca Koray Günter oraya geçti, Sabri Sarıoğlu ön tarafta alınınca da Denayer sağ bekti. Çok denedik ama şu kadro yapısının başarılı olma ihtimali de yoktu.

Kadro derinliği üzerinden kimler gider diye düşünelim

$
0
0

Galastat'ın paylaşmış olduğu, Galatasaray'daki kadro derinliği bu şekilde. Altyapıdan gelmesi olası isimler yok tabii, nedeni de kadroya sığmayacak olması. Yoksa bu listede mutlaka Ali Yavuz Kol da yer alabilirdi. Ya da Emin Bayram gibi uzun zamandır A takımla çalışan bir gencin olmaması da bundan. Kiralıktan dönecek futbolcular listede var, Nagatomo gibi gitmesi garanti isimler ise yok. Donk gibi sözleşmesi bitmesine rağmen kalmasını beklediğimiz isimler ise kadroda.

Andone'nin ayrılığını da bekliyorum. Son 8 haftada ekstra işler olmadıkça, onu takımda tutmak adına çaba olmayacaktır. Gerçi her koşulda ciddi de bir maaşı var, yine zor. Seri ve Lemina için de bunu yazıyorum. Lemina için yine bir ihtimal çaba gösterilir ama Seri'yi tutmak ciddi anlamda zor. Yıllık ücretleri geçtim, kulüpleri belki de futbolcuları satmak isteyecek. Bizim ise tek şansımız kiralık. Bu yüzden de o pozisyonlarda farklı işler görebiliriz.

Kiralıktan dönecek olan Diagne ve Maicon'un mutlaka satılacağını, onlardan gelecek bonservis bedellerinin de gelecek sezondaki transfer stratejisini belirleyeceğini düşünüyorum. Babel konusunda karamsarım. Ciddi maliyeti var ve piyasası oldukça düştü. Maaşından da pek ödün vermeyecektir. MLS'ye gitmesi bir ihtimal, onun dışında zor. Takımda kalmasına dahi şaşırmayacak durumdayım. O da kalma ve kendini gösterme yönünde açıklamalar yapmaya başladı.

Jimmy Durmaz ve Sekidika gibi isimler ise gelecek sezondaki olası Anadolu transferlerinde takas olarak düşünülebilirler. Yıllık ücretleri yüksek seviyede değil ve elden çıkartmak o kadar da zor olmayacaktır. Orta sahaya bakınca Selçuk İnan'ın da sözleşmesi bitiyor. Bir yandan da maliyetler düşüyor aslında. Transferde yerli ağırlığı olacağı söyleniyor. Bu da Türk Lirası üzerinden olacak ücretler demek.

Sağ bekte Şener Özbayraklı'nın da Jimmy Durmaz ve Sekidika gibi olası bir takasta gidişi söz konusu olabilir. Ciddi bir yıllık ücreti yok, yolların ayrılması konusunda zorlanılmaz. Benim için olası bir Linnes ayrılığı da sürpriz değil. İyi bir alternatif olsa da son sözleşmesi sonrası maliyeti yükseldi. Ahmet Çalık ve Ozornwafor da olası takas ihtimalinde konuşulan isimler olabilir. Emre Taşdemir'i ise bilemiyorum, yerine Hasan Ali Kaldırım gibi bir yerli gelirse onunla da yollar ayrılır.

Fatih Hoca'nın Sneijder öncesinde asıl isteği Kaká'ydı

$
0
0

Nostalji ister istemez önümüze düşüyor. Fatih Hoca'nın 3. döneminin ilk ve 2. sezonlarında istediği farklı isimler vardı. Felipe Melo transferi öncesi asıl isteği Cambiasso'ydu. Cambiasso için uğraşıldı ama o dönem Inter bırakmamıştı. Sonrasında da Melo kiralandı ve efsane bir hikaye yazıldı. 2. sezonunda da Sneijder öncesinde asıl isteği Kaka'ydı. Hasan Şaş'ın "Sneijder listemizde 4. sıradaydı" söylemini hatırlarsınız. Tamamen o gün oynanan 4-4-2'ye göre bir yorumdu ve o listenin başında da Kaka vardı.

Kaka'dan da bu konuda bir açıklama gelince, nostalji ister istemez önümüze düşmüş oluyor;

"Fatih Terim’le tanışıyoruz. Kendisine de geçmiş olsun diyorum. Onunla ilgili şöyle bir anımız var. 2012 ya da 2013 yılında henüz Real Madrid’deydim ama formamı kaybetmeye başlamıştım. Menajerim Galatasaray’ın beni istediğini söyledi. Değişik bir macera olabileceğini düşündüm. Sonra menajerim beni Terim’le görüştürdü. Terim’in benimle ilgili düşünceleri çok etkilemişti. Beni Galatasaray’a gitmeye ikna olmuştum. Sonra görüşmeler kesildi."

Transferin neden gerçekleşmediğini bilmiyorum. Ciddi şekilde gündem olmuştu ve bu durum da basına yansımıştı. Fazlasıyla iddialı bir isim daha. Fatih Hoca da bu tarzda iddialı isimleri severdi ve transferi için şartları zorlardı. Drogba'nın transferindeki yorumunu hatırlarsınız. Drogba'yı alırsak Chedjou'yu alamayız dediklerinde "gerekirse ben stoper oynarım" demişti. Yeter ki o isim düzenine otursun.

Kaka da o dönem için Fatih Hoca'nın 4-4-2'sine daha net uyuyordu. Kaka da 10 numara ama kanatlarda oynayabilme özelliği Sneijder'e göre daha baskındı. Haliyle de hocanın ilk tercihi Kaka'dan yana olmuştu. O listede Tadic gibi isimler de vardı, yine 4-4-2'nin sol tarafı için oyun kurucu özellikli bir futbolcu arayışı. Sneijder'in ilk günlerinde de 4-4-2'nin solunda denendiğini görmüştük ve olmamıştı. Sonrasında da düzen onun için 4-1-2-1-2'ye döndü.

Bu da Fatih Hoca'nın taktik esnekliğini gösteriyor. Sneijder, Drogba ve Burak Yılmaz'ı bir arada oynatmayı bu şekilde başardı. Sonrasında yaşananlara bakınca da Sneijder'in gelişi daha iyi olmuş. 28 yaşındaydı çünkü, önü daha açıktı. Kaka'nın o dönemde yaşadığı sakatlık sorunları da oluyordu ve Real Madrid'de düşüşe geçmişti. Sneijder de Inter'de forma bulamıyordu ama sakatlık durumu yoktu ve daha gençti. Böylelikle de eğrisi doğrusuna oturmuş oldu.

O dönem Ronaldinho da seçenekler arasındaydı. Takımın da böyle bir yıldıza açlığı vardı demek ki, Sneijder geldiğinde nasıl sevindiğimizi hatırlıyorum. Kaka ve Ronaldinho ikilisinden biri gelse de aynısını yaşardık. Her ne kadar düşüşte olsalar da o dönem için büyük futbolculardı. Eminim ki hepsinin farkı büyük olurdu. Ronaldinho'yu hoca istemedi, Kaka ilk tercihiydi, hatta 2 kez direkten döndü.

19.04.2020 tarihli yazı..

Filipescu'yu anmışken, Adrian Ilie'yi de sıcağı sıcağına anmak gerekiyor

$
0
0

Filipescu'yu anmışken, Adrian Ilie'yi de sıcağı sıcağına anmak gerekiyor. 96 / 2000 dönemi arasında Hagi ve Popescu üzerinden Rumen ekolünü konuşuruz. O ekolü tamamlayan isimler de Filipescu ve Adrian Ilie'ydi. O günler için genç ve geleceğe dönük hamlelerdi. Takıma da hemen uyum sağlamış ve etki göstermeleri çok uzun sürmemişti. Düşünüyorum da o Rumen ekolünden, Bratu / Petre / Tamas'lı günlere. X ülke üzerinden, şöyle bir ekolü yakalayamadık.

Adrian Ilie de, Filipescu gibi 96 / 97 sezonunda geldi. Van Gobbel'in gidişi Filipescu'yu, Knup hayal kırıklığı da Adrian Ilie'yi getirmişti. Galatasaray'a transfer olduğunda 22 yaşındaydı ve o dönem için pek bilmediğimiz bir isimdi. Hagi vitrin bir hamle olsa da, diğer Romanyalılar daha genç isimlerdi. Sezonun ortasına doğru transfer edilmişti ve ayağının tozuyla etkisi büyük oldu. Galatasaray forması altında Hakan Şükür'ü en iyi tamamlayan forvetti.

Çok klas ve iyi bir bitiriciydi. X forvette arayacağınız her özelliğe sahipti de diyebiliriz. Oyun aklı, vuruş kalitesi, ceza sahası hakimiyeti, hızı, hareketliliği. Komple bir isimdi ve gerçek anlamda faydalanabildik mi sorusunun cevabı bende yok. Galatasaray kariyeri uzun sürmedi ve 1 yıl diyebileceğimiz bir zamanın ardından Valencia'ya satıldı. O gün için kazanılan rakam büyük gibi olsa da, takımda kalması halinde verebileceği çok şey vardı.

96 / 97 sezonunun Aralık ayından itibaren Galatasaray forması giymeye başlıyor ve 18 maçta 6 gol 9 asisti var. Hakan Şükür'ün zirve sezonuydu diyebiliriz, 38 gol atmıştı. Hakan Şükür'ün tamamlayıcısı Arif Erdem gibi dursa da, Ilie geldikten sonra görüntü değişmişti. Ilie de ilk etapta Hakan Şükür'ü iyi tamamladı ve asist özelliğiyle daha ön plandaydı. O dönem için Hakan Şükür'ü gölgelemek zor, kasıp kavuruyordu.

97 / 98 sezonunun ise ilk yarısında Galatasaray forması giydi. Galatasaray formasıyla 19 maçta 11 gol 9 asisti vardı. Yine Hakan Şükür'ün kasıp kavurduğu bir sezon ve Ilie asist özelliğiyle bir kez daha ön planda. O sezon Valencia'ya gittikten sonra ise 19 maçta 12 gol 1 asisti vardı. Valencia'ya geçince gol özelliği çok daha net şekilde ön plana geçti ve vitrinde yer almaya başladı. Valencia formasını çok uzun süre giydi ve oldukça başarılıydı. Kariyerinin son dönemine doğru Beşiktaş'a da gelmişliği var. 

Popescu'yla birlikte stoper tandeminin kitabını yazıyorlardı

$
0
0

Uefa Kupası'nı kazanan kadroya bakınca, "bazı isimler de orada olmalıydı" diye düşünürüm. Bu bir süreç çünkü, sadece o sezona odaklanmamak lazım. 4 yıllık birlikteliğin getirisi. O 4 yılın belli dönemlerinde de takım içinde olan ve önemli katkı sağlayan futbolcular vardı. Kimi için de, getirdiği bonservis bedelleriyle ertesi sezonlara ışık oldu diyebiliriz. Filipescu da bu futbolcuların başında gelir. Uefa Kupası kadrosunu gördüğümüzde genellikle Tugay Kerimoğlu üzerinden düşünülse de, Filipescu ve Adrian Ilie gibi isimleri de orada görmek isterim. Bu yapılanmanın önemli ayaklarıydı.

96 / 97 sezonuna girdiğimizde, özellikle de Hagi transferi sonrası başlayan bir Romanya ekolü vardı. Sezon başladığında takımda olan tek Romanyalı Hagi olsa da, 2-3 ay içinde Filipescu ve Adrian Ilie de onlara katıldı. Van Gobbel'le sezona başlayıp, onun ayrılığı sonrası Filipescu'ya dönmüştük. Knup hayal kırıklığının hemen sonrası da Adrian Ilie'ye geçiş yaptık ve takımın seviyesi yukarı çıkmaya başlamıştı. Hagi, belli bir yaş olgunluğunda gelse de, Filipescu ve Ilie o dönem için genç futbolculardı. Kazanımları da çok büyük oldu.

Filipescu'nun da hakkının tam anlamıyla verildiğine inanmam. Çok konuşmuyoruz, doğal olarak Hagi / Popescu gibi isimler ön planda ama Filipescu da değerli bir futbolcuydu. Fatih Hoca'nın jokerleri diye bahsederim ya, Filipescu da o isimlerin başında. Galatasaray'a geldiği ilk sezonda ağırlıklı olarak orta sahanın sağında oynuyordu. Aynı sezon içinde stoper, ön libero ve libero gibi de izlemiştik. Toplamda 29 maçta 5 asisti vardı. 96 / 97 sezonunda kalite mesajını gayet iyi vermişti.

97 / 98 sezonunda da joker halinin dibine kadar indik. Bu sefer de ağırlıklı olarak sağ bek oynadı. Yine stoperde, orta sahanın sağında ve solunda maçları var. 29 maçta 1 gol 3 asist yapmıştı. Sakatlık ve mahkeme süreci nedeniyle kaçırdığı maçlar olsa da, sahada olduğu her an görüntüsü oldukça istikrarlıydı. Kötü oynadığı maçı da pek hatırlamam. Belli bir çizgiden aşağı asla inmezdi ve gelişimi de bu doğrultuda oldu. Galatasaray'da kalsa eminim ki Uefa Kupası kazanılırken ismi altın harflerle yazılacaktı.

98 / 99 sezonu ise bana göre zirvesiydi. Galatasaray'da yarım sezon forma giymişti ve Şampiyonlar Ligi'nde bana göre müthiş iş çıkardığımız sezonun en iyilerinden biriydi. Artık stoper gibiydi, Popescu ile birlikte müthiş bir tandem oluşturdular. Galatasaray'da 19 maçı var ve yine sahada olduğu her an müthiş iş çıkardı. 1.87 boyu vardı, fizikli bir futbolcuydu. Top tekniği, oyun aklı muazzam, sertliği de olan bir savunmacı. Onun için çok fazla kusur bulamam. Popescu'yla birlikte stoper hattını oluşturduklarında geriden oyun kurmakta kitap yazabilecek, tekniği ve aklı üst düzey yapı oluştu.

98 / 99 sezonunun Ocak ayında onu 3.5 milyon avro'ya Real Betis'e sattık. O dönem için iyi bir rakam. Adrian Ilie için de ciddi bir bonservis geliri elde etmiştik. Tabii bu isimlerin yerini doldurmak hiç kolay olmadı. Filipescu yerine ertesi sezon Capone geldi diyebiliriz. O çizgiyi tutturdu, yine istikrarlı bir futbolcu ama Filipescu bambaşka bir seviyeydi. Uzun yıllar da Betis forması giydi ve orada da başarıları var. 

Desteklerinizi bekliyorum, hele ki şu dönemde.
Destek olmanın yolu da oldukça kolay.
Blogdaki tanıtımlara atacağınız 1-2 tık yeterli olacak :)
Viewing all 9780 articles
Browse latest View live